“Umre, ziyaret anlamına gelen bir kelime olup, Yüce Allah’ın rızasını kazanmanın ve cennet kapılarını aralamanın en güzel yollarından biridir. Adeta ‘küçük hac’ olarak kabul edilen umre ibadeti sırasında, Mekke ve Medine yolculuğu esnasında mutlaka uğranması gereken kutsal mekanlar bulunmaktadır.
Umreye giden müminler, Mekke ve Medine’de, İslam’ın ilk ortaya çıktığı ve dünyaya yayıldığı bu topraklarda heyecan verici ve İslam coşkusunu arttıran bir yolculuk yapar.
Hac ibadeti, Hanefi ve Maliki mezheplerine göre müekked sünnet, Şafi ve Hanbeli mezheplerine göre ise farz bir görevdir. Benzer şekilde, Umre ibadeti de Müslümanlar için özel bir öneme sahiptir ve farklı mezhepler arasında farklı hükümler içerir.
Bu kutsal vazifeleri gerçekleştirmeden önce Mekke ve Medine gibi manevi hazlarla dolu yerleri ziyaret etmek, İslam’ın temel öğretilerini daha yakından anlamak ve yaşamak için eşsiz bir fırsattır.
Umre Hangi Şehirde Yapılır?
Umre yapılacak yer, yani umre farzlarının gerçekleştirileceği şehir Mekke-i Mükerreme’dir. Mekke’de ki Mescid-i Haram sınırlarına girmeden ihrama girilir ve sınıra (mikata) girdikten sonra yasaklar başlar.
Dolayısıyla bizim umre esnasında ziyaret edeceğimiz yerler, Mekke ve civarı ziyaret noktalarıdır. Fakat Hicret Turizm, umre yapacak müşterilerinden Medine ve Mescid-i Nebevi gezisini esirgememekte; Medine ziyaretini de umre programlarına dahil etmektedir.
Mekke’de Gezilecek Yerler:
Peygamber Efendimizin Doğduğu Ev: Hz. Muhammed (s.a.v), 571 yılının Nisan ayının 20’si Pazartesi gecesi doğdu. Bu anlamlı an, Mekke’de bulunan ve şu anda bir kütüphane olarak kullanılan evde gerçekleşti. Bu ev, Hz. Peygamber’in büyük dedesi Hâşim b. Abdümenâf’a aitti. Önce Hâşim’in vefatıyla oğlu Abdülmuttalib’e geçen ev, daha sonra Abdullah’a ve nihayet Hz. Muhammed’e (s.a.v) intikal etti. Hicret sırasında Hz. Peygamber, bu özel evi Hz. Ali’nin kardeşi Akil bin Ebi Talib’e emanet etti. Medine’ye hicret ettikten sonra Mekke’ye döndüğünde bu evi kullanmadı. Akil’in torunları, evi Haccâc’ın kardeşi Muhammed bin Yusuf es-Sakafi’ye sattılar ve ev daha sonra Mevlid-i Nebi adıyla anıldı.
Bu mescit, Osmanlı İmparatorluğu’nun Kanuni Sultan Süleyman döneminde yeniden inşa edildi ve içinde Hazreti Peygamber’in doğduğu yer olarak kabul edilen bir boş kubbe bulunuyordu. Suudi idaresine geçtikten sonra mescit günümüzdeki halini aldı. Ev, Safâ ve Merve tepelerinin arasındaki sa’y bölgesinin karşısında, Mina ve Aziziye’ye giden tünelin girişine yakın bir yerde bulunuyor. 1959’dan bu yana Mekke Kütüphanesi olarak kullanılıyor.
Mu’alla Mezarlığı: Mekke Mezarlığı, Harem-i Şerif’in yaklaşık 2 km kuzeyinde yer almaktadır. İslam öncesi ve ilk İslam döneminde “Hacûn” olarak bilinen bu yer, Cennetü’l-Muallâ kabristanını ikiye böler ve buraya “Seniyyetü’l Hacûn” adı verilir. Zamanla “Ma’lât” adını alan bu mezarlık, Makberetü’l-Ma’lât adıyla bilinir hale gelir. Resulullah Efendimiz, Mekke Mezarlığı’nı görerek onun güzelliğini vurgular. Bu mezarlık, Hazreti Haticetü’l Kübra (r.anhâ), sahabe-i kiram, tabiin ve diğer salih kişilerin kabirlerini barındırır. Abdullah İbn-i Zübeyr (r.a), Esmâ (r.anhâ), Abdurrahman (r.a), Abdullah İbn-i Ömer (r.a), Osman bin Talhâ (r.a) ve Hz. Peygamber’in oğulları Kâsım ile Abdullah’ın kabirleri burada bulunur.
Hz. Hatice (r.anhâ) Kabri, Peygamberimiz tarafından ziyaret edilen ve çok değer verilen bir mekândır. O, peygamberimizin ilk ima ettiği ve en büyük destekçisi olan kişidir. Kabri ziyaret edenlerin yardım taleplerine Allah’ın yardımıyla geri döndüğü rivayet edilir. Kânûnî Sultan Süleyman, Hatice Validemiz’in kabrinin üstüne yüksek kubbeli bir türbe yaptırmıştır.
Cennetü’l-Muallâ, sahabe-i kiramın ve Hz. Peygamber’in akrabalarının kabirlerini barındıran önemli bir mezarlık olarak bilinir. Ancak 1926’da türbeler yıkılmış, mezar taşları kaldırılmıştır. Bugün Mekke Mezarlığı olan Cennetü’l-Muallâ’da hiçbir türbe veya mezar taşı bulunmamaktadır. Mezar taşları Riyad’a götürülmüş ve bir kitapta metinleri ve resimleriyle birlikte yayımlanmıştır.
Nur Dağı ve Hira Mağarası (Gâr-ı Hıra): Cebel-i Nur (Nur Dağı), Mekke-i Mükerreme’nin kuzeydoğusunda, Mescid-i Haram’a yaklaşık 5 km uzaklıktadır. İçerisinde, Peygamberimiz’e ilk vahyin geldiği mağara bulunmaktadır. Gâr-ı Hıra adı verilen bu mağara, Cebel-i Nur’un zirvesinin 20 m kadar aşağısında yer alır. Mağaranın uzunluğu 3 m, genişliği 1,30 m ve yüksekliği 2 m civarındadır. Bu mağara, Hz. Muhammed’in hayatında özel bir yere sahiptir.
Mekke-i Mükerreme’de, Hz. İbrahim’in tebliğ ettiği dine tabi olan bazı kişiler (Hanif) Ramazan ve Recep gibi aylarda inzivaya çekilirdi. Hz. Muhammed’in dedesi Abdulmuttalib de bu kişilerden biriydi ve Hira Mağarası’na ibadet amacıyla gidip gelirdi. Efendimiz (a.s.), otuz beş yaşlarındayken Ramazan aylarında bu mağaraya gidip-gelmeye başladı.
Peygamber Efendimiz, 39 yaşında sadık rüyalar görmeye başladı. Son altı ay boyunca Hira Mağarası’nda inziva halindeydi. 40 yaşına bastığı Miladi 610 yılı Ramazan ayının 17’sinde Cebrail (a.s.) ilk vahyi getirdi. Cebrail (a.s.), Rasül-ü Erkem’e aslî suretinde görünerek ilk vahyi, Alak suresinin ilk beş ayetini getirdi. Bu olay, Gâr-ı Hıra’da gerçekleşti ve Peygamber Efendimiz’i (s.a.v.) peygamberlikle vazifelendirdi. Hira’da geçirdiği inziva hayatı ve peygamberlik görevinin başlaması hem Resulullah Efendimiz için hem de Müslümanlar için büyük bir öneme sahiptir.
Sevr Dağı ve Mağarası: Sevr Dağı, Mescid-i Haram’ın güney cephesinde, Arafat yolu üzerinde, yaklaşık 4 km uzaklıktadır. Dağın eteği ile zirvesi 458 m yüksekliğindedir ve yaya olarak 1,5 saatte çıkılabilecek bir mesafededir. Peygamberimiz (s.a.v.), Hz. Ebu Bekr-i Sıddık (r.a.) ile hicret ederken üç gece boyunca bu mağarada kaldılar. Hz. Ebu Bekir, mağaraya girerek içeride herhangi zararlı bir şey olup olmadığını kontrol etti, sonra Peygamber Efendimiz de içeri girdi. Bu süre zarfında Hz. Ebu Bekir’in oğlu Abdullah, gündüzleri müşrikler arasında dolaşıp bilgi toplarken, geceleyin ise malumatları getiriyordu. Kölesi Amr ibn-i Füheyre ise bölgede koyunları otlatıyor hem Abdullah’ın izlerini gizliyor hem de ihtiyaçları karşılıyordu.
Bu mağarada şu üç mucize yaşanmıştır:
- Hz. Ebu Bekir’in ayağına yılan sokulduğunda, Peygamber Efendimiz’in tükürüğü ile acı hemen geçti ve şifa buldu.
- Allah’ın emriyle mağaranın ağzına örümcekler ağ örmüş ve güvercinler yuva yapmıştı.
- Müşrikler mağaranın önüne gelmiş, içlerinden biri mağarayı kontrol etmek istemişti. Ancak Hz. Ebu Bekir, içeride örümcek ağları olduğunu ve kuş yuvaları bulunduğunu söyleyince vazgeçmiştir.
Peygamber Efendimiz, Cuma, Cumartesi ve Pazar gecelerini bu mağarada geçirdi. Üç gün boyunca burada gizlenmeleri, tedbir amacı taşıyordu. Müşrikler, onların Mekke civarından uzaklaştıklarına inanmışlardı. Üç günün sonunda, planladıkları şekilde kılavuzları Abdullah b. Üreykit eşliğinde Sevr Dağı’nın eteğine gelip pazartesi günü seher vakti Medine-i Münevvere’ye doğru yola çıkmıştır.
Cin Mescidi (Mescid-i Cin): Mekke-i Mükerreme Mezarlığı, Cennet-ül Muallâ’ya yakın ve Harem’ül-Şerif’in yaklaşık 2 km kuzeyinde yer alan bir mescid-i şeriftir. Bu mescid, Mekke’nin asayişini sağlayan gece bekçilerinin nöbet değiştirmek için toplandığı bir tepede bulunması sebebiyle “Mescidü’l-Hurrâs” olarak da bilinir. Daha sonra inşa edilen mescide ise “Mescid-i Cin” adı verilmiştir. İlk mescit, Mekke’ye gelen İbrahim Ağa adlı bir mimar tarafından 1700 yılında yapılmıştır. Daha sonra 1943 yılında inşa edilen bina, 2000 yılında yıkılarak yenilenmiştir. Peygamber Efendimiz, Tâif’ten Mekke’ye dönüşünde bu mescidin arsasında sabah namazı kıldı. Bu namaz sırasında okuduğu Kur’an-ı Kerim’i yedi cin dinlemiş ve iman etmişlerdir.
Arafat: Mekke-i Mükerreme’nin 25 km güneydoğusunda, Taif yolu üzerinde düz bir alan olan Arafat, hacın en önemli rüknü olan vakfenin yapıldığı yerdir. Bu bölge doğudan batıya 6,5 km, kuzeyden güneye 11-12 km uzunluğa sahiptir ve toplamda 13,68 km2’lik bir alanı kapsar. “Arafat” adının kökeni, burada gerçekleşen olaylardan gelmektedir. Bir rivayete göre, Hz. Âdem ve Havva’nın yeryüzüne inmesi sonrasında burada birbirlerine kavuşup tanıştıklarında Cibrîl-i Emin İbrahim’e hac menâsikini tarif ettiğinde “bildin, öğrendin mi?” dediğinde İbrahim (a.s.) da “bildim, öğrendim” demiş, bu sebeple “Arafat” adı verilmiştir.
Arafat’ta insanlar Cenab-ı Hakk’ın yüceliğini, kendi acizliklerini itiraf ederek dua ederler. Hz. Âdem ve Havva’nın dua ettiği gibi, “Ey Rabbimiz! Biz nefislerimize zulmettik. Eğer sen bizi bağışlamaz, bize acımazsan biz perişan olanlardan oluruz.” (A’râf, 23) şeklinde yalvarırlar. Bu itiraflar ve dualar sonucunda Allah’ın insanlara “şimdi kendinizi bildiniz” anlamındaki buyruğu gelir.
Arafat, dünyanın dört bir yanından gelen insanların bir araya geldiği, günahlarından arınma, dua ve ibadetlerini ifa etme mekânıdır. Aynı zamanda geçmişte Arafat’ta bahçeler ve konaklama alanları bulunuyordu. Zamanla bu unsurlar kayboldu ancak 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ciddi bir ağaçlandırma projesi ile Arafat tekrar yeşillendirildi. Ayrıca, Müzdelife’ye dönüşü kolaylaştırmak için Arafat’ı çeşitli tesisler ve otoyollarla bağlayan projeler hayata geçirildi.
Müzdelife: Müzdelife, Arafat ile Mina arasında yer alan ve Harem sınırları içinde bulunan kutsal bir mekândır. Burası Arafat Vakfesi’nin ardından ikinci vakfenin yapıldığı yerdir. Müzdelife’nin toplam alanı 963 hektardır ve Mekke-i Mükerreme’ye 13 km uzaklıktadır. Peygamber Efendimiz, Veda haccında Arafat’tan sonra Müzdelife’ye gelip Kuzah tepesine yakın bir noktada akşam ile yatsı namazını birleştirerek kıldırmıştır.
Müzdelife kelimesi “İzdilaf” yani yakınlık ve toplanmak anlamına gelir. Bu adın seçilme sebebi, hac mevsiminde Arafat’tan inen insanların burada toplanarak zikir, dua ve vakfe yaparak Allah’a yaklaşmalarıdır. Aynı zamanda Müzdelife, Hz. Âdem ile Hz. Havva’nın Arafat’tan sonra buluştukları yerdir. İnsanların akşam ve yatsı namazlarını yatsı vakti girdikten sonra burada bir araya gelip kıldığı için “toplanma, bir araya gelme” anlamında “Cem” adıyla da anılmıştır.
Mina: Mina, “men” ve “ihsan” kelimelerinin Arapça’da insanların toplandığı veya kan akıtılan yere verilen adıdır. Mina, Mekke-i Mükerreme ile Müzdelife arasında yer alır ve Harem sınırları içindedir. Mescid-i Haram’ın yaklaşık 7 km kuzeydoğusunda Sabır Dağı ile Mürselat Dağı arasında yer alır. Mina adının seçilme sebepleri şunlardır:
a. Cenab-ı Hakk’ın rahmet ve bereketi bol olduğu için, b. Hz. Âdem’in burada cenneti temenni ettiği için, c. Cenâb-ı Hakk’ın Hz. İbrahim’e ve tüm kullara lütuf taşıdığı için, d. İnsanların bayram günlerinde burada toplanıp Allah’a yaklaşıp azabından emin olma ümidiyle kurban kestikleri içindir.
Mina, birçok önemli olaya tanıklık etmiş bir mekandır:
- Hz. İbrahim’in şeytanı taşladığı,
- Hz. İsmail’e koçun kurban edildiği,
- Mescid-i Hayf’ın bulunduğu,
- Ensar ile birinci ve ikinci Akabe biatlarının yapıldığı,
- Veda haccı esnasında Nasr suresinin nazil olduğu,
- Teşrik günlerinde Peygamber Efendimiz’in gecelediği,
- Mürselat suresinin nazil olduğu.
Peygamber Efendimiz’in uygulamasına göre, Arafat’a gitmeden önce yevm-i tevriyede bir gün, şeytan taşlama günlerinde üç gece Mina’da kalmak sünnettir. Hac ibadetinin bir parçası olan “saç kesme ve kısaltma” işlemi de Resul-ü Ekrem’in öğretisi doğrultusunda Mina’da gerçekleştirilir. Ayrıca, özel mülkiyet konusu olmadığı için Mina’ya gelindiğinde dua ve niyazda bulunulmalıdır.
Mina, 812 hektarlık bir alanı kaplar ve ortak bir ibadet mekanıdır. Bu alan içinde ve çevresinde bazı mescitler bulunmaktadır:
- Mescid-i Hayf
- Mescid-i Bey’a
- Mescid-i Kebş
- Mescid-i Nahr (Menhar)
- Mescid-i Kevser
- Mescid-i Mürselât
Cebel-i Ebû Kubeys: Kâbe’nin yaklaşık 100 metre doğusunda, Safâ Tepesi’nin üzerinde 420 metre yükseklikte özel bir dağ bulunur. Günümüzde bu yerde bir otel bulunmaktadır. Bu yer Ebû Kubeys Dağı olarak adlandırılır ve İslam öncesi dönemde de kutsal bir mekandı. Mekke’nin dindar ve ibadet eden insanları, burada itikafa çekilir ve ibadet ederlerdi. Resulullah Efendimiz bir zamanlar Mekke’ye dönerken, üzgün bir şekilde Tâif’ten gelmişti. Bu sırada kendisine melek tarafından gösterildi ki eğer isterse Ebû Kubeys Dağı ile Kuaykıân Dağı birleştirilerek müşriklerin üzerine yıkılabilir. Ancak Efendimiz, Allah’ın sadece O’na ibadet eden ve hiçbir şeyi O’na ortak koşmayan kişileri çıkarmasını diledi.
Ebû Kubeys adı, birkaç nedenle verilmiştir:
- Hz. Âdem’in ilk ateş parçasını (kabes) bu dağdan aldığından,
- Hacerülesved’in buradan alınmasından,
- İyâd veya Mezhic kabilesinden birinin burada bir bina yapma girişiminde bulunmasından dolayı verildiği söylenir.
Tarihteki olarak birçok olay bu dağ etrafında gerçekleşmiştir:
- Hz. Nuh’un tufanından Hz. İbrahim’in zamanına kadar Hacer-i Esved bu dağın zirvesinde saklanmıştır.
- Kamer suresinde anlatılan ayın ikiye yarıldığı (Şakul Kamer) mucizesi burada yaşanmıştır ve bu hatırayı yaşatmak için Mescid-i İnşikâku’l-kamer adı verilen bir mescit yapılmıştır. Mescid-i Haram’ın genişletildiği zamanda bu mescit ortadan kaldırılmıştır.
- Güçlü rivayetlere göre Hz. İbrahim’in, Allah’ın haccı ilan et emri üzerine bu dağın zirvesinden insanları hacca davet ettiği söylenir.
- Hz. Âdem’in vefatı sonrasında buraya defnedilmiştir.
- Peygamber Efendimiz burada namaz kılmış ve akabinde bu arsaya mescit inşa edilmiştir.
- Mekke’nin fethinde Hz. Bilal-i Habeşi burada ezan okumuştur.
- 1980’li yıllara kadar Ebû Kubeys Dağı’nın üzerinde, Hz. İbrahim’in haccını ilan etmesi ve Hz. Peygamber’in namaz kılmasını anmak için yapılan “İbrahim Mescidi” bulunmaktaydı. Ancak daha sonra dağın tamamı istimlak edilerek üzerine saraylar ve Harem-i Şerif’i Aziziye ve Mina’ya bağlayan tüneller inşa edildi.
Mescid-i Şecere: Mescid-i Şecere, Mescid-i Cin’in hizasında bulunan bir mescittir. Peygamber Efendimiz, bu mescitte cinni varlıklardan oluşan bir heyetle buluşmuştur. Farklı zamanlarda ve mekanlarda Peygamber Efendimiz, cinlere vahiy getirmek amacıyla Kur’an-ı Kerim okurdu.
Bir gün Peygamber Efendimiz, Abdullah b. Mes’ûd ile Hacûn yakınlarındaki bir yere gitti. Orada toprağa bir çizgi çekti ve cinnilere bu çizgiyi geçmemelerini söyledi. Çizginin ötesinde, cinnilere Kur’an-ı Kerim okudu. Bu olayı İbn-i Mes’ûd şu şekilde anlatır: Cinniler, Peygamber Efendimize “Senin Allah’ın Resulü olduğuna kim şahitlik eder?” diye sordular. Peygamber Efendimiz, yakınında bir sakız ağacı olduğunu gösterdi ve “Bu ağacı görüyor musunuz? Eğer bu ağaç şahitlik ederse, iman eder misiniz?” diye sordu. Cinniler “Evet, iman ederiz” cevabını verdiler. Bunun üzerine Peygamberimiz ağacı çağırdı, ağaç dalları ve budakları sürüklenerek gelerek şahitlik etti: “Ben, senin Allah’ın Resulü olduğuna şahitlik ederim.” O ağacın olduğu yerde, bu mucize gerçekleştiği için bir mescit inşa edildi.
Bu olayın anısını yaşatmak amacıyla, o ağacın bulunduğu ve bu mucizenin yaşandığı yere Mescid-i Şecere adıyla bir mescit yapıldı.
Mescid-i Nemire: Mescid-i Nemire, Peygamberimizin Arafat’ta öğle ve ikindi namazlarını cemaatle kıldırdığı büyük bir camidir. Vedâ Haccı sırasında, Peygamber Efendimiz Arafat’ın batısında bulunan küçük bir tepe olan Nemire’de öğle ve ikindi namazlarını cemaatle kıldırmıştır. Bu sırada Hz. Peygamber’in için kurulan çadır da Nemire’de yer alıyordu. Harem sınırının son bulduğu Urane Vadisi’nde düz bir alanda, Resul-ü Ekrem 120.000’den fazla sahabesiyle birlikte namazlarını kıldıktan sonra vakfe yapılacak olan Arafat’a geçmiştir. Peygamberimizin namaz kıldığı bu alanda, bir mescit inşa edilmiş ve bu mescit Mescid-i Nemire olarak adlandırılmıştır.
Muğammes Vadisi, İslamiyet öncesi dönemde Kâbe-i Muazzama’yı yıkmak amacıyla Mekke’ye saldıran Ebraha komutasındaki ordu için bir konaklama yeri olmuştur. Ordu, Mekke’ye saldırmadan önce bu vadide konaklamıştır. Günümüzde Muğammes Vadisi, Arafat’ın dokuzuncu yolundan Seylülkebîr’e giden yoldan sonra, Tâif yoluna doğru 5. kilometre noktasında sağ tarafta yer almaktadır ve Yeşil Vadi olarak da bilinir.
Cebel-i Rahme ve Mescid-i Sahrât: Cebeli Rahme, Arafat Ovası’nın kuzey tarafında yer alan bir tepedir ve halk arasında “Arafat Dağı” olarak bilinir. Bu tepe granit taşlarından oluşmuştur. Âdem Aleyhisselam’ın yeryüzüne inişinin yüzüncü senesinde, Kâbe’nin inşasını tamamladıktan sonra, Âdem ve Havva’nın buluştuğu mübarek mekân olarak bilinir.
Peygamberimiz (S.A.V.), Arefe gününde öğle ve ikindi namazlarını Mescid-i Nemre’de kıldıktan sonra, Cebel-i Rahme’nin eteğinde bulunan Mescid-i Sahrat’ın olduğu arsaya geldi ve Arafat vakfesini burada gerçekleştirdi. Mescid-i Sahrât, Cebel-i Rahme’ye çıkarken sağ tarafta yer alır. Yarım metre yüksekliğindeki bir duvarla çevrili olan bu alan, kıble yönüne uzunluğu yaklaşık 13 m, genişliği i se 8 m civarındadır. Peygamberimiz (S.A.V.) burada veda hutbesini îrad etmiştir.
Peygamberimiz (S.A.V.)’in “Arafat’ın tamamı vakfe yeridir” hadis-i şerifine uygun olarak, Arafat sahasının her noktasında vakfe yapılabilir. Ancak hacılar, Hz. Peygamber’in Arafat vakfesini Cebelü’r Rahme üzerinde gerçekleştirdiği için, bu bölgede bulunmayı tercih ederler. Bu bölge, Arafat Vadisi’nin kuzeydoğusunda, 70 m yüksekliğindeki Cebelü’r Rahme’de, Neb’a ve Nübey’a tepeleri arasında yer alan Nâbit tepesi üzerindedir. Bu nedenle bu bölge, hacıların yoğun ilgisini çeker. Hacıların ihtiyaçlarını karşılamak üzere bu bölgede sosyal tesisler kurulmuş ve bu alan hacıların toplanma merkezi olmuştur.
Mescid-i Hayf: Mescid-i Hayf, Mina Dağı’nın güney tarafında yer alan ve birinci cemrenin yakınındaki tepede bulunan bir mescittir. Peygamber Efendimiz, veda haccı sırasında bu mevkide çadır kurmuş ve cemaatle namaz kılmıştır. Rasül-ü Ekrem’in namaz kıldığı bu yer sonradan duvarlarla çevrilerek mescide dönüştürülmüştür. 842 yılında Abbasi Halifesi Vâsık Billâh tarafından inşa edilen bu mescit, daha sonra çeşitli İslam devletleri ve Osmanlılar tarafından onarılmıştır.
Suudi Hükümeti, yeni düzenlemeler sırasında Mescid-i Hayf’ı yıkarak, ek binalarla birlikte 25 dönümlük bir arazi üzerine yeniden inşa etmiştir. Mescid-i Hayf ismi, burada Hz. İbrahim’in oğlu İsmail’i kurban etmeye götürdüğü zaman vazifesini yerine getirip getiremeyeceği konusundaki korkusundan gelir. Arapça’da vadilerdeki su yatağının biraz yukarısındaki yerlere “hayf” denildiğinden, Sâih Dağı’nın eteğinde inşa edilen bu cami de bu adı taşımaktadır.
Mescid-i Hayf, çadır şeklindeki kubbenin altında Peygamber Efendimiz’in çadırının bulunduğu alana inşa edilmiştir. Bu mekânın yapıldığı yerde, Hz. Musa dahil olmak üzere 70 peygamber namaz kılmıştır. Peygamber Efendimiz, “Yetmiş peygamber haccetti, hepsi Kâbe’yi tavaf ettikten sonra Mescid-i Hayf’ta namaz kıldı. Eğer kadir olursanız orada namaz kılmayı bırakmayın” şeklinde buyurmuştur. (Mir’atü’l Haremeyn c.1, s.1130) Bu mescitte aynı zamanda Peygamber Efendimiz’in veda hutbesini de îrad ettiği bilinmektedir.
Hz. Âdem, Hz. Nuh ve diğer peygamberlerin kabirleri de Mescid-i Hayf çevresindedir. Bu mescit çok değerli ve kutsal bir mekan olarak kabul edildiği için burada ibadet etmek önerilir. Müslümanlar, Mescid-i Hayf’a büyük bir değer vermişlerdir ve tarih boyunca burada ibadet etmişlerdir. Mekkeli Sahabe Zeyd İbn-i Esved (r.a.) buyurmuşlardır ki: “Resulullah’ın veda haccında ben de beraberdim. Resulullah ile sabah namazını Mescid-i Hayf’ta kıldım.” Ebu Hureyre (r.a.) hazretleri; “Ben Mekke ehlinden olsa idim her cumartesi günü Mescid-i Hayf’ta namaz kılmak üzere Mina’ya giderdim” şeklinde buyurmuşlardır.
- Cemerât: Hacıların Kurban Bayramı günlerinde Mina’da attıkları küçük taşlara “cemre” denir. Cemreler, üç ayrı yere atılır ve sırayla şunlardır:
- Birinci Cemre (Küçük Şeytan): İbrahim (a.s.)’ın şeytanı üçüncü olarak gördüğü ve taşladığı yerdir. Bayramın birinci günü, 1. ve 2. şeytan taşlanmaz.
- İkinci Cemre (Orta Şeytan): İbrahim (a.s.)’ın şeytanı ikinci olarak gördüğü ve taşladığı yerdir.
- Üçüncü Cemre (Cemretü’l Akabe “Büyük Şeytan”): İbrahim (a.s.)’ın şeytanı birinci olarak gördüğü ve taşladığı yerdir. Bayramın birinci günü yalnızca büyük şeytan taşlanır, sonra biraz dua yapılır.
Birinci cemre ile orta cemre arasındaki mesafe 156.40 m, orta cemre ile Akabe cemresi arasındaki mesafe ise 116.77 m kadardır. Hz. İbrahim’in Kâbe’nin inşasını tamamladıktan sonra Cebrail (a.s.)’ın rehberliği ile gerçekleştirdiği ilk hac sırasında oğlu İsmail’i kurban etmeye götürdüğü sırada, Allah’ın emrini yerine getirmesini engellemeye çalışan şeytanı bu üç yerde taşladığı rivayet edilir. Peygamber Efendimiz de Veda Haccı sırasında bu cemrelere taş atmış ve özellikle hac ibadetinin yapılış şeklini öğrenmelerini istemiştir. Bu uygulama, Hz. İbrahim’in sünnetine dayandığı gibi sembolik olarak da şeytanın taşlandığına ve ona karşı direnmenin temsil edildiğine işaret eder.
Cemrelerin yerleri, İslamiyet öncesinden itibaren işaret taşları ile belirlenmişti. Ancak XIX. (19.) yüzyıla kadar cemrelerin etrafında düşme mesafesini sınırlandıran bir işaret veya duvar yoktu. 1875 yılında Cemretü’l-Akabe etrafına demir parmaklıklar yapılmış, ancak genişletilmiş bir alanın izdihamı artırabileceği endişesiyle bu parmaklıklar kaldırılmış ve her üç cemrenin etrafına taşların düşeceği yeri belirten havuz biçiminde duvarlar inşa edilmiştir.
1975’te, izdihamı önlemek amacıyla cemrelerin bulunduğu mekân, 40 ila 80 metre genişliğinde ve 1 km boyunda bir yol ve iki katlı duvarlarla yeniden düzenlenmiştir. Daha sonra 2005 yılında birçok hacının izdiham nedeniyle hayatını kaybetmesi üzerine cemrelerin yerleşimi tekrar düzenlenerek dört katlı bir taş atış yolu yapımına başlanmıştır.
Dâr-ul Erkâm: Sahabe-i Kiram’dan İbn-i Erkâm (r.a.)’ın evi, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) Mekke’deki Müslüman sayısı 40’a ulaşana kadar, yani Hz. Ömer İbn-i Hattâb (r.a.) Müslüman oluncaya kadar gizli bir şekilde İslam’a davet merkezi olarak kullanılmıştır. Bu yer Dâr-ul Erkam olarak bilinir ve Safa Tepesi’ne yakın bir konumda bulunmaktadır. Ayrıca Safa Tepesi’nin doğu tarafındaki kapılardan biri “Erkam Kapısı” olarak anılır. Dâr-ul Erkam, şu an elektrikli merdivenlerin başladığı noktadan 36 metre kadar uzaklıktadır.
Bu alan, Hicri 171 yılında bir mescit olarak inşa edilmiştir. Hicri 1375 yılına kadar tüm Müslümanlar tarafından saygı görmüş ve kullanılmıştır. Ancak bu tarihte Mescid-i Haram’ın genişletilmesi amacıyla yıkılmıştır.
Mescid-i Âişe: Harem-i Şerif’e 6 km uzaklıkta, Medine yönündeki harem sınırının bulunduğu Tenim’de yer almaktadır. Hz. Âişe (r.anhâ), veda haccında Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ile birlikte hacca gitmiştir. Ancak kendi nedeniyle umre yapma fırsatı bulamamıştı. Haccı tamamlayıp Medine’ye dönecekken Hz. Âişe, Peygamber Efendimiz’e şunları söyledi: “Ya Resulallah! İnsanlar hac ve umre ile dönüyorlar, ben ise umre yapma şansını elde edemedim.”
Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Hz. Âişe’nin kardeşi olan Abdurrahman (r.a.) ile umre yapmaları için Tenim’e gönderdi. Tenim’de ihram giyip iki rekât ihram namazı kıldılar. Bu sırasında inşa edilen mescide “Mescid-i Âişe” adı verildi.
Mescid-i Cirâne: Bu kutsal mescit, Mekke-i Mükerreme ile Tâif arasında bulunur. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) hicretin sekizinci yılında Tâif’in fethinden dönüşünde, Zilkade ayının on ikinci Çarşamba günü, bu mescide gelerek umre yapmak için ihrama girmiştir. Bu mübarek yerden, yetmiş peygamberin de ihram giyerek umre yaptıkları bilgisi Peygamber Efendimiz’den nakledilmiştir.
Hudeybiye: Harem hudutları dışında, Mekke’nin kuzeybatısında, Mescid-i Haram’a 24 km mesafede, günümüzde Şümeysî olarak bilinen bölgede yer alır. Bu bölge, “Bî’at-ür-Rıdvan” olarak adlandırılan ve Hudeybiye Musalahası olarak bilinen bir olayın yaşandığı mekandır.
Hicretin altı yıl sonrasında gerçekleşmiş olan bu olayda, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ve sahabe-i kiramlar, Mekke’yi özlemişlerdi. Peygamber Efendimiz, rüyasında ashabı ile güven içinde Mekke’ye girip umre yaparken görüşmüş ve bunu anlatmıştı. Buna dayanarak Peygamber Efendimiz (s.a.v.), altıncı hicri yılda 1400 sahabesiyle birlikte Hudeybiye (şimdiki Şümeysî) kuyusuna gelerek umre yapmak için ihram giydi.
Ancak Kureyşliler, Peygamber Efendimiz ve ashabının Mekke’ye girmesini engellemek amacıyla süvariler gönderdi. Uzlaşma sağlayamayınca Hz. Osman, müşriklerle görüşmeye gitti. Onlar, yalnız Hz. Osman’ın umre yapabileceğini belirtince, Hz. Osman’ın şehit edildiği haberi ulaştı. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (s.a.v.), ashabını yanına çağırarak Mekke’ye yürümeye karar verdi. Şümeysî bölgesinde, “Şecere-i Rıdvan” altında Müslümanlar Peygamber Efendimiz’e biat ettiler. Bu olaya “Bî’at-ı Rıdvan” denildi.
Müşrikler, bu durumu öğrenince sulh isteğinde bulundular. Hz. Osman salimen geri döndü ve Kureyşlilerle Hudeybiye Sulhu imzalandı. Umre yapılamadan geri dönüldü. Bir sonraki yıl, Peygamber Efendimiz’in rüyası gerçekleşti ve Zilkade ayının yedinci günü (Mart, 629), “Umretü’l-Kazâ” adı verilen kazaya kalan umre gerçekleştirildi.
Bu olayın yaşandığı yer, Muhtemelen şimdiki “Şümeysî” bölgesinin doğusunda, yaklaşık 1 km mesafede bulunan bir mezarlık ile ilişkilendirilmektedir. Ayrıca, konuyla ilgili yapılan araştırmalara göre Kur’an-ı Kerim’in “tahteşşecere” ifadesinin, bu bölgedeki ağaçların altında olduğu düşünülmektedir. Eş-Şümeysî bölgesinin yaklaşık 2,5 km doğusunda ise harem sınırını işaret eden bir abide bulunmaktadır.
İslam’ın beş şartından biri olan Hac vazifesini yerine getirmek ve Müslümanlar için kutsal kabul edilen şehirleri ziyaret etmek, İslam dünyasının en anlamlı manevi yolculuklarından birini sunar. Hz. Muhammed’in (SAV) 622 yılında gerçekleştirdiği hicretle başlayan bu yolculuk, onun İslam’ı tebliğ ettiği “Peygamber Şehri” olan Medine’ye ulaşmasıyla doruğa ulaşır. Medine, Mekke’nin ardından Allah’ın ikinci kutsal şehri olarak kabul edilir. Sınırları Peygamber Efendimiz tarafından çizilen ve Mescid-i Nebevi ile zenginleşen bu topraklar, İslam’ın kutsal mekanlarına ev sahipliği yapar.
Medine’de Gezilecek Kutsal Mekanlar:
Mescid-i Nebevi (Peygamber Camii): Hz. Muhammed’in hicret sonrasında inşa ettiği ve namaz kıldırdığı bu cami, İslam dünyasının en önemli manevi merkezlerinden biridir. Halifeler tarafından genişletilen ve bakımı yapılan camide, Peygamber Efendimiz ve sahabelerinin kabirleri de bulunmaktadır.
Ravza-i Mutahhara (Cennet Bahçesi): Mescid-i Nebevi’nin içinde yer alan bu özel alan, “Cennet Bahçesi” olarak adlandırılır. Bir diğer adı ise Mescid-i Nebi’dir. Hz. Muhammed’in sünnetine uygun olarak yeşil halılarla belirlenmiştir. Peygamber efendimiz’in kabri de bu alan içindedir.
Cennet-ül Baki (Baki Mezarlığı): Peygamber Efendimiz zamanında kurulan ilk mezarlık olan Cennet-ül Baki, İslam alimleri ve sahabelerinin kabirlerini barındırır. Peygamber efendimizin amcası, eşleri ve Hz. Hüseyin gibi önemli şahsiyetler burada yatmaktadır.
Kuba Mescidi: Hz. Muhammed’in Medine’ye hicret ettiği yolculukta mola verdiği Kuba’da inşa edilen bu mescit, cemaatle namaz kılmanın ilk kez gerçekleştiği yerdir. Ziyaret etmek ve namaz kılmak sevap olarak kabul edilir.
Uhud Dağı: Uhud Dağı, Medine-i Münevvere’nin kuzeyinde bulunan bir dağdır. 110 metre yüksekliğinde ve 8 kilometre uzunluğundadır. Mescid-i Nebevi’ye olan uzaklığı 5 kilometredir. Dağ, bölgedeki diğer dağ sıralarına bağlı olmaması nedeniyle bu adı almıştır. Uhud Dağı, günümüzde doğuda Medine Havaalanı yoluna, batıda Tarîkuluyûn’a kadar uzanır ve şehre entegre olmuştur. Uhud Savaşı, Mekke müşrikleriyle yapılan mücadelenin önemli bir aşamasını oluşturmuş ve adını bu dağdan almıştır.
Kıbleteyn Mescidi: Mescid-i Kıbleteyn, Medine-i Münevvere’nin kuzeybatısında, Vebere haresinde ve Mescid-i Nebevi’nin 5 km. uzaklığında bulunur. Önceleri “Benî Seleme Mescidi” olarak adlandırılan bu mescit, Peygamber Efendimiz’in burada öğle namazını kıldırdığı sırada kıblenin Kudüs’teki Mescid-i Aksâ’dan Kâbe’ye çevrilmesiyle “iki kıbleli mescit” anlamına gelen “Mescid-i Kıbleteyn” adını almıştır.
İslamiyet’in başlangıcında kıble yönü Kudüs’teki Mescid-i Aksâ’ya doğruydu. Peygamber Efendimiz ve müminler, Mekke dönemi gibi hicret sonrası da bir süre Kudüs’ün istikametine yönelerek namaz kılmışlardır. Mescid-i Nebevi ile Mescid-i Kubâ’nın mihrapları da bu yöne göre inşa edilmişti. Ancak Peygamber Efendimiz, Kâbe’ye yönelmek istiyordu ve bu dileği için dua ediyor, vahyin gelmesini bekliyordu. Hicret’ten sonra kıble yönünün değiştiği noktada yer alan bu mescit, Kâbe ve Mescid-i Aksa’ya olan dualı ibadetin merkezidir.
Yedi Mescidler (Mescid-i Seb’a): Hendek Savaşı’nın yaşandığı bölgede yer alan mescitler, İslam’ın kahramanlık destanlarını hatırlatır. Sahabe isimleriyle anılan bu mescitler, Hz. Muhammed’in o nurlu izini taşır.
Mescid-i Ğamâme (Musallâ): Resul-ü Ekrem (s.a.v), bayram namazlarını Mescid-i Nebevî yerine 500 m. uzaklıktaki açık bir alanda kıldırırdı. Bu alan aynı zamanda yağmur duası ve konaklama yeri olarak kullanılan Menâha adlı bir mekandı. Ömer b. Abdülaziz döneminde bu mekân düzenlendi ve “Mescid-i Musallâ” adını aldı.
Resulullah (s.a.v) burada bulunduğunda kendisini gölgeleyen bir bulut sebebiyle bu mekân daha sonraları “Ğamâme Mescidi” olarak anıldı. Sultan I. Abdülmecid tarafından yeniden inşa edilen Ğamâme Mescidi, büyük bir kubbe ile güneyde ve uyumlu beş küçük kubbe ile kuzeyde örtülüdür. Sultan II. Abdülhamid döneminde ve 1990’da restore edilen bu mescit, hala Osmanlı mimari tarzını korumaktadır.
Mescid-i Ebû Bekir Es-Sıddîk: Mescid-i Ebû Bekir Es-Sıddîk, Medine bulunan bir mescittir ve Mescid-i Musallâ’nın kuzeybatısında, Amîdiyye sokağının başında bulunur. Adını, Hz. Ebu Bekir’in (r.a.) halifeliği sırasında burada bayram namazı kıldırmasından almıştır. Aynı şekilde Peygamber Efendimiz de burada bayram namazı kıldırmıştır. Ömer b. Abdülaziz tarafından ilk kez inşa edilen bu mescit, 1838 yılında Sultan II. Mahmud tarafından yenilenmiştir. 1990 yılında restore edilmiş ve 292 m²’lik bir alanı kapsamaktadır. Bu mescit günümüzde Mescid-i Ğamâme gibi halen Osmanlı mimari tarzını korumaktadır.
Mescid-i Ali B. Ebû Tâlib: 1662 yılında Medine’yi ziyaret eden Ebû Sâlim el-Ayyâşî’ye göre, Peygamber Efendimiz farklı yerlerde bayram namazı kıldırmıştır ve bunlardan üçü tanınmıştır. Bunlardan biri, Mescid-i Ebu Bekir’in kuzeyinde yer alır ve Hz. Osman’ın evi yakınındadır. Hz. Ali, Medine musallâsında isyancılar tarafından kuşatıldığında burada bayram namazını kıldırmıştır. Ömer b. Abdülaziz tarafından ilk kez inşa edilen Mescid-i Ali, 1990 yılında 882 m²’lik bir alanda eski tarzına uygun olarak yeniden inşa edilmiştir.
Medine İstasyonu: 1900 yılında inşasına başlanan ve 1908’de Medine’ye ulaşan Hicaz Demiryolu, Medine ile İstanbul arasında bir bağlantı sağladı. Ancak I. Dünya Savaşı’nın sonunda Osmanlı Devleti’nin bölgeden çekilmesiyle birlikte Hicaz Demiryolu kullanılmaz hale geldi. Günümüzde tekrar canlandırılmaya çalışılan Hicaz Demiryolu’nun son durağı olan Medine’deki istasyon binası ve yanındaki Osmanlı tarzı cami hala varlığını sürdürmektedir.
Cuma Mescidi: Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Hicret sırasında Kubâ’ya vararak Mekke’den gelecek olan Hz. Ali ve diğer muhacirleri beklemek üzere 14 gün burada kaldı. 24 Eylül 622 Cuma günü Medine’ye doğru hareket etti. Ranuna Vadisi’nden geçerken Beni Sâlim kabilesi halkı onu bırakmadı ve ikramda bulundu. Rânûnâ’da öğle vakti geldiğinde Cuma namazının farziyyeti hakkında bir ayet nazil oldu. Bu nedenle Peygamber Efendimiz bu yerdeki namazgâhta ilk Cuma hutbesini okudu ve ilk Cuma namazını kıldırdı.
İlk Cuma namazının anısını yaşatmak amacıyla “Mescid-i Cuma” olarak bilinen bir mescit yaptırıldı. Bu mescit aynı zamanda “Âtike” veya Beni Sâlim kabilesi içinde olduğu için “Beni Sâlim Mescidi” olarak da anılır. Mescid ayrıca “vadi” olarak da bilinir, çünkü Ranuna Vadisi içinde yer almaktadır. 1990’lı yıllarda restore edilen bu mescid, Türk mimarisini yansıtan tasarımıyla dikkat çeker. Kubâ Mescidi’nin 350 metre kuzeyinde bulunmaktadır ve mimarı Mahmut Kirazoğlu’dur.
Mescid-i Zülhhuleyfe (Mîkât Mescidi): Zülhuleyfe, Medine’den Mekke’ye gideceklerin ihram yeri olarak belirlenen ve Resulü Ekrem tarafından tayin edilen bir noktadır. Bugün “Âbâr-ı Ali” (Ebyâr-ı Ali) adıyla anılan bu mescid, Zülhuleyfe’de bulunmaktadır ve Mescid-i Nebevî’ye uzaklığı yaklaşık 11 km’dir. Medine’nin güneybatı sınırı buraya kadar uzanır. Peygamber Efendimiz, Vedâ Haccı sırasında Zülhuleyfe’de geceleyerek semûre adlı bir ağacın altında namaz kılmıştır, bundan ötürü bu mescide “Mescid-i Şecere” adı da verilir. Bu bölgede Peygamberimiz’in namaz kıldığı yer, Mescid-i Zülhuleyfe olarak bilinen yapının içerisinde belirgin şekilde işaretlenmiş ve korunmuştur.
Medine’den Mekke’ye gidenler burada ihrama girerlerdi ve bu gelenek Peygamberimiz zamanından beri devam etmektedir. Mescid-i Zülhuleyfe, zaman içinde çeşitli tamiratlar görmüş ve son olarak Melik Fahd döneminde yeniden inşa edilmiştir. Çevresi umre ve hac ihramına girenlerin ihtiyaçlarını karşılamak üzere modern bir şekilde düzenlenmiştir.
Mescid-i Gamame: Peygamber Efendimiz’in İstiska (Yağmur Duası) için dua etmeye geldiği rivayet edilen bir mevkii de Gamame Mescidi bulunmaktadır. Gamame, yağmur bulutu demektir. son halini Halife-i Arz Sultan II. Abdulhamid tarafından yaptırılan bu mescid, Osmanlı mimarisinin izlerini taşıyor. (Daha detaylı bilgi için tıklayın)